Anne Karnı Şifa Çalışması Yaptırmak Doğru mu?

Özetle Ana Bulgular

1.        Anne karnında “kodlar” yüklenmesi iddiası: Anne karnı Şifa Çalışmaları, bebeğin anne rahminde iken tüm kişilik kodlarının yüklendiğini ve kader döngülerinin buna göre belirlendiğini öne sürüyor. Bu görüş, İslam’ın kader ve sorumluluk anlayışıyla örtüşmez; insanın kaderini belirleyen yalnızca Allah’tır, anne karnında ebeveynin “kodlaması” değil (Lokman 31:34).

2.        “Yeni kod” yükleyerek kaderi değiştirme: Uygulayıcılar, bilinçaltı çalışmayla kişinin değersizlik, sevgisizlik gibi duygularını dönüştürüp yerine olumlu “kodlar” koyarak kadersel döngülerini değiştirebileceğini söylüyorlar. Bu, İslam’a göre hurafedir; kader ancak Allah’ın dilemesiyle değişir ve böyle bir ritüel dinimizde yoktur (dua dışında). Her bid‘at (dinde aslı olmayan uygulama) dalâlettir, sapkınlıktır (Hadis-i Şerif, Ebu Davud).

3.        Çakralar ve enerjiyle şifa iddiası: Hastalıkların çakralardaki blokajlardan ve “sıkışmış enerjiden” kaynaklandığı savunuluyor. Bu Hinduizm menşeli çakra inancı İslam’da yer almayan batıl bir inanıştır. Fibromiyalji gibi tıbbi rahatsızlıkları “negatif enerji birikmesi”yle açıklamak bilimsel temelden yoksundur.

4.        Allah dışında gizemli güçlere başvurma riski: Seans boyunca “3. göze sembol çizmek”, “titreşimsel rezonans yüklemek” gibi eylemler kullanılıyor. Anlaşılmaz semboller ve kozmik enerji çağırma ritüelleri, şirk tehlikesi barındırır. Çünkü şifa vermek yalnız Allah’a mahsustur; sembollere, evrene veya “enerji”ye atfedilen güç, dolaylı olarak O’na ortak koşmak anlamına gelebilir.

5.        “Evren”den isteme ve mistik inanışlar: Seanslarda zaman zaman “Evren bilir, Evren izin verirse” gibi ifadeler geçiyor. Dua ve şifa talebinin muhatabı olarak evreni görmek, İslam’a aykırıdır; isteyeceğimiz merci ancak Allah’tır. Kur’an’da “Bana dua edin ki size icabet edeyim” buyrulur (Mü’min 40:60) – ihtiyaçları karşılayacak kudret ancak yaratıcıdadır, evrenden medet ummak şirk sayılır.

6.        İslamî terimleri kullanarak meşrulaştırma: Çalışmalarda sık sık “Allah’ın ışığı, Yaradan’ın koşulsuz sevgisi” gibi ifadeler geçiyor, hatta seans esnasında Allah’a yakarışlar yapılıyor. Ancak bu dinî söylemler, kullanılan yöntemlerin kaynağını meşru kılmaz. Budist-Hindu tekniklerin içine “Allah” kelimesi serpiştirilmesi, o ritüelleri İslami yapmaz. Maalesef bu yolla yabancı inanç ve ritüeller İslami kisveyle toplumda yayılmaktadır.

7.        Şirk ve bid‘at unsurları: Anne karnı şifası ritüelinde rehber ruhlarla iletişim, enerji aktarma, atalardan gelen yükleri temizleme gibi İslam’da olmayan uygulamalar göze çarpıyor. Bunlar dinde yeri olmayan bid‘atlar ve gayba dair asılsız iddialardır. Her bid‘at dalalet, her dalalet de ateştir (Hadis-i Şerif) – yani bu gibi uygulamalar şeytanın tuzakları olup kişiyi hak yoldan saptırır.

8.        Bilimsel açıdan sorunlar: İddiaların hiçbiri bilimsel kanıtlarla desteklenmemektedir. Bilinçaltını “kodlama”, çakraları açma, enerjiyle hastalık iyileştirme gibi kavramlar modern tıpta yer almaz. Bu yöntemlere inanıp gerçek tıbbî tedavileri ihmal etmek tehlikelidir. Ayrıca anne karnına “zaman yolculuğu” yapıp o anıları değiştirmek mümkün değildir; yapılan şey, en iyi ihtimalle hayal gücü terapisidir. Aşağıda, incelenen seanslarda görülen bu başlıkların ayrıntılı analizleri sunulmuştur.

Problemli İfadelerin Analizi ve İslam Açısından Değerlendirme

Kod Yüklemesi Kavramı

“...anne karnında bütün kodlar konuluyor ve oradaki kodlara göre giydirilmiş kimliklerimiz oluyor. Bunlar aynı zamanda seçimlerimiz, hayata bakış açımız, kadersel döngülerimiz onlara göre oluşuyor.”

Bu ifade, kişinin tüm karakter ve kaderinin anne rahmindeki “yüklenen kodlarla” belirlendiğini iddia etmektedir. İslam’a göre insanın kaderini belirleyen yegâne kudret Allah Teâlâ’dır; anne karnında ebeveynin veya çevrenin “kader kodları” yüklediği düşüncesi temelsiz bir hurafedir. Kur’an’da, rahimde olanı tüm yönleriyle ancak Allah’ın bildiği vurgulanır (Lokman 31:34). Nitekim Hz. Peygamber, cenin 120 günlük olduğunda Allah’ın emriyle bir meleğin gelip o bebeğin rızkını, ecelini, amelini ve bahtiyar mı bedbaht mı olacağını yazdığını bildirmiştir (Müslim, Kader 1). Bu bilgiler tamamen Allah’ın takdirindedir; ebeveynin “kod yüklemesi” diye bir kavram İslam’da yoktur. Elbette anne karnındaki hormonal/psikolojik koşullar çocuğun fıtratını etkileyebilir, ancak bu etki ilahi kaderi belirlemez. İfade, İslam’ın kader anlayışıyla çeliştiği için hurafe niteliğindedir. Ayrıca her birey doğduktan sonra kendi seçimlerinden sorumludur (Bakara 286) – kimse önceden “programlandığı” için günah işlemeye mahkûm değildir. Bu tür determinizm inancı, insanın irade ve sorumluluk esaslarını da zedelemektedir.

Kaderin Değiştirilebileceği İddiası

“...anne ve babadan bize geçen duygu kayıtlarını dönüştürerek şifalandıracağız, boşalttığımız bu yere güzel kodlar koyarak... karakteristik özellikler, hayata yüklediğimiz anlam... hepsi dönüşmeye başlayacak... bakış açısına göre seçimler, kadersel döngülerinizi değiştirecek.”

Burada, sözde manevi bir çalışma ile kişinin bilinçaltındaki olumsuz kayıtların silinip yerine yeni “kodlar” yükleneceği ve böylece kaderinin değişeceği iddia ediliyor. Bu, dini bir ritüel gibi sunulmasa da özünde manevi bir vaattir ve dinde hiçbir dayanağı yoktur (bid‘at). İslam’da kişinin hayatında olumlu değişiklikler yapması elbette mümkündür; tövbe edenin Allah’ın izniyle kaderi de hayra dönebilir. Fakat bu ancak Allah’a dua, ibadet ve meşru çabayla mümkündür – bir meditasyon seansı ile “kader kodlarını” değiştirmek iddiası yanılgıdır. Peygamber Efendimiz “Her kim dinimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse, o merduttur (reddolunur)” buyurmuştur (Müslim, Akdiye 6). Bu tür “bilinçaltı kodlama” uygulamaları Resulullah’tan ve sahih dini kaynaklardan gelmediği gibi, aksine uzakdoğu menşeli psikospiritüel tekniklerdir. Kaderi ve ruhsal durumu düzeltmenin dini metodu tövbe, dua ve salih ameldir; seanstaki uygulayıcı ve hayali “kodlar” değil. Ayrıca “kadersel döngüleri değiştirmek” ifadesi, sanki kişinin yazgısını kendi kendine yeniden yazabileceği gibi iddialı bir yaklaşım içerir. İslam’a göre kul, elinden gelen iyiliği yapar ve Allah’a tevekkül eder; sonuçları ilahi iradeye bırakır (Ali İmran 159). Bu nedenle, bilinçaltı telkinle kadere müdahale ettiğini sanmak hem akidevi açıdan riskli, hem de insanları yanlış ümitlere sürükleyen bir aldatmacadır.

Hastalıkları Çakralarla İlişkilendirme

“Fibromiyalji sıkışmış enerjinin çakralardaki bir göstergesi… altında kontrolcülük, mükemmeliyetçilik, yetersizlik duygusu var… enerji ne kadar sıkışmışsa… kansere kadar yolu var.”

Metin, tıbbi bir hastalık olan fibromiyaljinin ve hatta kanserin sebebini “çakralarda sıkışan negatif enerji”ye bağlamaktadır. “Çakra” kavramı Hinduizm ve New Age inançlarından gelir; bedenimizde yedi enerji tekerleği olduğu ve yaşam enerjisinin buralarda aktığı iddiası, Kur’an-Sünnet’te hiçbir karşılığı olmayan batıl bir inanıştır. Fibromiyaljinin sebebi modern tıpta tam anlaşılamamakla birlikte, stresi artırdığını doktorlar da ifade eder. Ancak stresi “çakraların tıkanması” şeklinde mistikleştirmek problemli bir yaklaşımdır. İslam, şifa ararken hem duaya hem tıbba başvurmayı tavsiye eder: “Allah, yarattığı her derdin devasını da yaratmıştır” buyuran Hz. Peygamber, meşru tedavi yollarını aramayı emretmiştir (Ebu Davud, Tıbb 11).

Ataları Şifalandırma İddiası

“...Siz dönüştükçe üst soyunuz (anneniz-babanız) ve alt soyunuz (çocuklarınız) da şifalanmaya başlıyor... Anne babadan gelen kirli enerjiler, büyüler, nazarlar... siz dönüştükçe onlarla şifalanırken alt soyunuz da şifalanmaya başlar.”

Bu ifadede, kişinin yaptığı bu içsel “şifa” çalışmasının anne-babasına (atasına) ve hatta çocuklarına otomatik olarak etki edeceği, onların da arınacağı iddia ediliyor. Bir evladın ibadetiyle anne-babanın günahları silinmez; ancak sadakalar verip dua ederek Allah’ın dilerse mağfiret edebileceğini ümit eder. “Atasal travmaların enerjisini temizlemek” şeklindeki popüler terapiler, psikolojik bir varsayım veya bâtıl bir inanıştır. Kişinin kendi kendini dönüştürmesi yoluyla geçmiş ve gelecek kuşakları temizleyebileceği düşüncesi dinde yeri olmayan mistik bir inançtır (hurafe). Ayrıca bu ifade, kişiye haddinden fazla bir manevi kudret vehmediyor ki bir tür kibir tuzağıdır: Kişi kendi nefsini arındırdığında tüm sülalesine şifa dağıttığına inanabilir. Halbuki Peygamberimiz bile amcası Ebu Talib’i hidayete erdirememiştir; “Şüphesiz sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, lakin Allah dilediğini iletir” ayeti (Kasas 56) bu gerçeği bildirir. Dolayısıyla kul, kendi kurtuluşuna bakmalı ve başkalarının hidayet ve şifasını Allah’tan istemelidir; kendini “merkez” ve “şifa kaynağı” görmek yanılgıdır.

Seansta Fiziksel Bir Enerji Oluşacağı Düşüncesi

“...doğal taştan bileklikleriniz, yüzükleriniz varsa çıkartın, enerjileri çekip çatlamasınlar; bizim işimiz enerji olduğu için... rezonans olduğumuz için.”

Seans öncesi katılımcılara yapılan bu uyarı, kristal taşların ortamdaki enerjiyi emip çatlayabileceğine dair bir inancı yansıtmaktadır. Bu, İslam’da karşılığı olmayan bir batıl inanç örneğidir. Cahiliye döneminde Araplar çeşitli nazarlıklar, boncuklar takarak kötü enerjiden korunacaklarına inanırlardı; Peygamberimiz ise “Kim nazarlık (muska, boncuk vs.) takarsa Allah ona afiyet vermesin” beyanı ile bu işi şirk olarak nitelemiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17440). Çünkü şifa veya korunma sağlayacağına inanılarak bir nesneye doğaüstü güç izafe etmek, Allah’a güven ve tevekküle aykırıdır. Burada da tersinden bir inanç söz konusu: Taşlar, şifa seansındaki enerjiyi çekip çatlayacak kadar güçlü nesnelerdir. Hayır, sıradan bir akik taşı ya da kuvars, ancak fiziksel bir darbe olursa çatlar; “fazla pozitif enerji” çektiği için değil. Bu figür, New Age kültüründe yaygın olan “kristallerin enerjisi” safsatasını taşıyor. Müslüman toplumda da maalesef bazıları akik, kehribar vs. taşların uğur ve şifa getirdiğine inanır, bu da aynı derecede sakıncalıdır. Hz. Ömer (ra), Kâbe’deki Hacerü’l-Esved’i istilam ederken “Sen bir taşsın, ne fayda ne zarar verebilirsin; Resulullah’ın öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim” demiştir (Buhari, Hac 50). Bu söz, taşların metafizik güçleri olmadığı yönünde ne güzel bir derstir. Dolayısıyla bileklik taşlarının “enerji çatlaması” hurafesine inanmak yerine, her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu bilmek gerekir. Ayrıca “bizim işimiz enerji” diyen terapistin zihniyetini de gösterir: Klasik manada dua ve tıbbi çare yerine, her şeyi enerji adlı meçhul bir güce bağlamaktadır. Bu anlayış, İslam’ın tevhid akidesine ve sebeplere sarılma prensibine muhalif bir mistisizmdir.

Üçüncü Gözü Aktive Etme İddiası

“...Evet şimdi gözümüzü kapatıyoruz, burada sevgili Allah’ımın sevgili yaradanım şu anda herkesin 3. gözüne... bir sembol çiziyorum, çiziyorum, çiziyorum... tanrısal ilahi hatlarına, bedendeki bağlarının ilahi hatlarına... titreşimsel rezonansın yüklenmesini talep ediyorum.”

Bu kısım, seansın en kritik bölümüdür: Terapist, hayali bir “sembol”ü katılımcıların üçüncü göz denen hayali çakra noktasına çizdiğini ve böylece ilahi enerjiyi yüklediğini söylüyor. Öncelikle “üçüncü göz” kavramı, Hint ve ezoterik tradisyonlarda alın bölgesinde bulunduğu varsayılan, manevi alemi görmeyi sağlayan mistik bir merkezdir. İslam’da böyle bir kavram yoktur; basiretten, kalp gözünden bahsedilebilir ama bunlar herhangi bir “enerji merkezi” değildir. Bu noktaya sembol çizmek ise tamamen okült uygulamalardan mülhemdir. Reiki gibi bazı uzakdoğu şifa ritüellerinde ustalar, inisiye ettikleri kişilerin alınlarına görünmez semboller çizerler; örneğin Dai Ko Myo adlı sembolün çizilmesi vs. bunlar Budist kökenlidir. İslami perspektiften bakıldığında, anlamı belirsiz semboller kullanarak manevi etki oluşturmaya çalışmak “tılsım” ve büyü kategorisine girer. Nitekim Hz. Peygamber, içerisinde Allah’ın adı anılmayan, anlaşılmayan sözlerle yapılan rukyeleri yasaklamıştır (Müslim, Selam 61-64). Burada her ne kadar terapist “Allah’ım, lütfen bu titreşimsel şifayı yükle” diyerek duaya benzer cümleler kursa da, yapılan eylemin ne olduğuna bakmamız gerekir. Bir insanın, hayali bir sembol vasıtasıyla başka insanların ruhsal hattına “rezonans yüklemesi” büyüsel düşünce barındırır. Terapistin Allah’a dua etmesi bu fiili temize çıkarmaz; çünkü Allah’ın adı anılarak yapılan her iş meşru olmaz. Örneğin, bir muskacı da muskasına Ayet-el Kürsi yazar ama içine anlamsız şekiller, harfler koyar; bu onu haram olmaktan çıkarmaz. Hatta bazı büyücüler, cinleri ve şeytanları kandırmak için dinî semboller ile şirk öğretilerini karıştırırlar. Bu durumda burada da benzeri bir tehlike vardır: “Tanrısal ilahi hatlar, ilahi katlar” gibi uyduruk terimlerle sanki İslamî bir zikir yapılıyor hissi verilmiş, ama aslında ortada şeytani cinlerin istifade edebileceği bir batıl ritüel icra edilmektedir. Kaldı ki terapist “biz çıktık aradan, Yaradan aksın” diyerek kendini aradan çekilmiş bir kanal ilan ediyor. Bu, sözde tevazu gibi görünse de aslında kişinin kendini manevi bir rehber olarak konumlaması riskini taşır: Katılımcılara “sizlere akan şifa tamamen Allah’tan, ben sadece aracıyım” diyor fakat Allah adına konuşup bir sembol hayal ederek yükleme yapıyor. İslam’da Allah’ın böyle özel vahiy veya ilham verme düzeni bitmiştir; son peygamber Hz. Muhammed’dir. O’ndan sonra kimse, “Allah şu an size şifa enerjisi yüklüyor, bana gösterdi” diyemez. Bunu iddia eden biri ya yalan söylüyordur ya da cinni şeytanların tesiri ile konuşuyordur. Her iki durumda da üçüncü göze sembol çizme uygulaması, şirke ve sihre kapı açan son derece sakıncalı bir bid‘at olarak değerlendirilmelidir.

Dua Yerine Olumlama Tekrarları

“...içinizden söyleyin: kişiselleştir, güç ver, derecelendir, içselleştir... (tekrarla)… Evet olmuş, çok şükür... artık bizi kim yolumuzdan saptırmak isterse yolumuza çıkmayacakmış, çok şükür...”

Bu bölümde, terapistin telkin ettiği sembolik “yükleme” sırasında katılımcılara bazı mantrasız anlamlar tekrar ettirdiği ve sonra da bunun işe yaradığı söyleniyor. Anlaşılan, bir şeyi üç beş kere tekrar ederek güya bilinçaltına talimat veriliyor. Bu tür uygulamalar modern sözde “nöro-linguistik” teknikler ya da ritüel büyü formlarına benzemektedir. Burada da bilimsel-görünüşlü kelimelerle (kişiselleştir, derecelendir) aslında metafizik bir işlem yapıldığı sanılıyor. Bu sözlerin neye tekabül ettiği belirsizdir; dolayısıyla böyle bir ritüeli yapmak, anlaşılmaz sözlerle medet ummak gibidir. Anlamsız veya uydurma sözlerle “enerji ayarı” yapacağını düşünmek, ancak plasebo veya telkin etkisiyle işe yarayabilir; manevi bir değeri yoktur. Sonuçta terapist “oldu, çok şükür” diyerek kendince mucizeyi ilan ediyor. Halbuki gerçek şifa Allah’tandır ve O’nun koyduğu sebeplere tevessül etmekle gelir. Bu tip yöntemlere bel bağlamak, kişiyi gerçek zikir ve duadan uzaklaştırır, kalbini karıştırır. Bu nedenle, hiçbir sünnete dayanmayan böyle bir tekrar formülü bid‘at kabul edilir.

Kaderi Kâinata Mal Etmek

“...Bu yayınla ne zaman karşılaşıyorsanız sizin için en doğru zaman odur... muhtemelen istemişimdir, sistemin sana karşılığı olarak gör… üst soyun ve alt soyun da şifalanırsın, bunu unutma.”

Bu ifadeler, New Age akımındaki “evrenden isteme ve doğru zamanda çekme” düşüncesini yansıtıyor. Kişiye deniliyor ki: “Bu videoyu şimdi görmen tesadüf değil, sen istemiştin, sistem (kâinat) sana gönderdi.” İslam’a göre ise hayır ve şer Allah’tandır; tevafuklar, karşılaşmalar hep O’nun takdiridir. Bunu “sistem” diyerek kişiselleştirilmiş kâinata mal etmek yanlıştır. Aslında modern spiritüalizmde “evren” kavramı, Allah’ı devreden çıkaran bir kader mekanizması olarak kullanılır. İnsanlar “evrene sipariş vermek” gibi ifadelerle sanki ilahi kudrete alternatif bir güçle iletişime geçerler. Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi, evrenden talep etmek şirk kapsamına girer. Burada terapist bir yandan “sevgili Allah’ım” diye duaya benzer sözler etse de, öbür yandan “sistem böyle yaptı” diyerek dilini dünyevileştiriyor. Bu çelişkili dil, muhtemelen daha seküler düşünen danışanlara da hitap edebilmek için. Lakin hakikatte bu, tevhid inancını bulandırır: İnanan kişi bilir ki tesadüf yoktur, her şey Allah’ın planıdır; ama “sistem” diyerek bu gerçeği ifade etmek uygun düşmez. Ayrıca, “üst soyunuz ve alt soyunuz da şifalanır, unutma” diyerek adeta kesin bir hüküm veriyor. Bu da dini bir söylem gibi (“unutma, Allah vaad ediyor” der gibi) ama içeriği batıl. Dinî terimlerle süslenmiş bu tip belirsiz ve çelişkili iddialar, insanları hem akidevi hem zihinsel olarak bulanık bir alana çeker. Kişi, Allah’a mı inanacak yoksa “sistem”e mi belli olmaz. Böyle karma söylemler Kur’an’ın “hem ondan hem bundan olma” diye eleştirdiği münafık tavrını andırır (Nisa 143). Bu sebeple, içeriği yanlış olan sözlerin “şifa, sistem, enerji” gibi moda kavramlarla süslenip kesin doğrular gibi sunulması hem itikadi hem mantıki açıdan problemlidir.

Kalpten Kalbe Enerji Miti

“...kalpten kalplere aktarılan yollarda manevi boyutta alma verme dengesi kuralım…”, “kalp birlikleriyle bir arada… kollektife şifa olsun, yaydığınız şifa kadar size geri gelir.”

Bu sözler, kısmen İslami görünebilse de dikkatle bakıldığında yanlış bir anlayışı barındırıyor. Kalpten kalbe manevi enerji aktarma fikri, tasavvufta mecazi olarak sevgi ve muhabbet için kullanılsa da burada bir enerji dolaşımı anlamında ifade ediliyor. İnsanların gönül birlikteliğiyle şifa enerjisi yaydığı ve bunun kendilerine kat kat döneceği iddiası, İslam’ın sadaka veya iyilik yapmanın sevabına dair yaklaşımına benzetilmeye çalışılmış. Evet, dinimizde birine hayrı dokunan, Allah katında mükâfat görür. Ancak burada kastedilen mükafat, Allah’tandır; otomatik bir enerji geri dönüşü değildir. Terapistin ifadesi ise sanki evrenin mistik bir “alma-verme dengesi” mekanizması varmış gibi, yaptığınız şifa yayma eyleminin karşılığını katbekat enerjitik olarak alacağınızı söylüyor. Bu, popüler “karma” inancına benzer bir yaklaşımdır – iyilik yaparsan iyilik enerjisi sana döner. Oysa İslam’da karma yoktur; her iyiliğin karşılığını mutlaka dünyada göreceksin diye bir kural da yoktur. Karşılığını ahirette alırsın inancı vardır, dünyada da Allah dilerse karşılığını verir. Bu yüzden “yaydığın şifa kadar geri gelir” demek, dini bir hakikat gibi kesin konuşmak hatalıdır. Ayrıca “kollektif şifa” kavramı da Yeni Çağ öğretilerinde vardır; toplu meditasyonla dünya bilincini yükseltmek vs. İslam’da ise toplu yapılan hayır bellidir: Cemaatle namaz kılınır, yağmur duası yapılır vs. Ama burada kastedilen, seans videosunu paylaşınca bile görünmez bir şifa enerjisi tüm kollektife yayılacak inancı. Bu tamamen subjektif ve hayali bir iddiadır.

Bilimsel Açıdan Değerlendirme

Anne Karnı Şifa Çalışması metnindeki iddialar, sadece dini bakımdan değil bilimsel bakımdan da birçok çelişki ve problem içermektedir. Bu tür alternatif teknikler genellikle bilimsel terminolojiye benzeyen kelimeler kullansa da (enerji, frekans, bilinçaltı, epigenetik, kuantum vs.), gerçekte kanıta dayalı tıp ve psikoloji tarafından desteklenmeyen iddialar ortaya atarlar. Anne karnı şifa çalışmalarında dikkat çeken unsurları irdeleyelim.

Çakra ve Enerji Kavramları:

Modern tıp, insan vücudunda “çakra” denilen mistik enerji merkezlerinin varlığını kabul etmez. Vücudumuz elbette bir biyometrik enerji (metabolizma, sinir iletimi) üretir, ancak bu “yaşam enerjisi” adı altında mistik bir güç değildir. Metindeki “sıkışmış enerji, blokaj” gibi terimler, ölçülemeyen ve öznel kavramlardır. Bilim, ağrı ve hastalıkları sinir sistemi, hormonal düzen, bağışıklık gibi somut sistemlerle açıklar; aura/çakra gibi soyut alanlara başvurmaz. Dolayısıyla fibromiyaljinin “enerji göstergesi” olduğu iddiası bilimsel literatürde yeri olmayan bir iddiadır. Fibromiyalji, merkezi sinir sistemindeki ağrı işlemedeki farklılıklarla ilişkilendirilir, psikolojik stresle tetiklenebilir; ancak “kontrolcülük yüzünden kalp çakrası tıkanması” tıbben anlamsız bir ifadedir.

Bilinçaltı Kodlama ve Regresyon:

Kişiyi hayali olarak anne karnına “geri götürme” ve orada bilinçaltını yeniden programlama iddiası da sorunludur. Bilimsel psikolojiye göre insanın doğum öncesi dönemine ait bilinçli anıları yoktur; o döneme “regresyon”la dönüp kesin gerçeklere ulaşmak mümkün değildir. Bu tip uygulamalar, danışanın hayal gücünü kullanarak sembolik bir terapi yapabilir, ancak ortaya çıkan “anne karnı anıları” gerçeği yansıtmayabilir. Dahası, geçmişi hayalen değiştirmek gerçek yaşamda sorunları çözmeyebilir. Bu yöntemin etkinliğine dair güvenilir, kontrollü bilimsel çalışmalar mevcut değildir. Yani “anne rahmindeki travmaları iyileştirmek” şarlatanlığa açık bir alandır ve kişide geçici bir iyi his uyandırsa da kalıcı psikolojik sorunları çözdüğüne dair kanıt yoktur.

Nesiller Arası Travma Aktarımı:

Epigenetik bilim dalı, çok sınırlı düzeyde bazı stres etkilerinin nesiller arası aktarılabildiğini gösterse de (örneğin hamilelikte ağır stresin bebeğin ileriki yaşamında bazı duyarlılıklara yol açabilmesi gibi), bu birebir “enerji veya büyü aktarımı” şeklinde anlaşılmaz. Yani anne-babadan çocuğa “negatif enerji, büyü” geçtiğini söylemek hem metafizik açıdan spekülatif, hem bilimsel açıdan asılsızdır. Genetik veya epigenetik miras, ancak biyolojik mekanizmalarla izah edilebilir; “aura temizliği” yaparak DNA’yı değiştirmek imkânsızdır. Bilim, travmaların sonraki kuşaklara nasıl geçtiğini tam açıklayamamışken, bu denli kesin ve mistik bir yorum yapmak yanıltıcıdır.

Sonuç Olarak

“Anne Karnı Şifa Çalışması” adı altındaki uygulama, ne dinen ne aklen ne de ilmen sağlam temellere oturmamaktadır. İslam açısından bakıldığında içinde şirk, bid‘at ve hurafe unsurlar barındırdığı gibi; bilim açısından bakıldığında da yöntemleri deney ve gözlemle doğrulanmamış, subjektif inanışlara dayanmaktadır. Bir Müslümanın hem dinini hem aklını koruması için, bu tür uygulamalara karşı uyanık olması gerekir. En ufak bir fayda görülecek olsa bile, bu faydanın Allah’ın bir imtihanı olabileceği, şeytanın insanları yanlış yola çekmek için de bazı olağanüstü sonuçlar gösterebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Şifa arayan kimseler için en güvenilir yol, meşru tıbbi tedavileri uygularken Allah’a tevbe ve dua ile sığınmak, sabırla O’ndan yardım dilemektir. Çünkü gerçek şifa ancak O’nun elindedir (Şuara 80).